İki Şehrin Hikayesi

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu hafta Charles Dickens tarafından yazılmış olan İki Şehrin Hikayesi kitabı hakkında tuttuğum notları sizlerle paylaşıyorum.

Yalnız dikkat!

Bu notlar kendim için hazırlamış olduğum ham notlar olduğu için yazım hataları ve anlaşılamayan noktalar olabilir.

İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ

Charles Dickens

İngilizce Aslından Çeviren: 

Didar Zeynep Batumlu

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

III.BASIM, OCAK 2021, İSTANBUL

A)YORUM / ÖZET:

Osmanlı modernleşmesini anlamak için Fransız İhtilali’ni az çok bilmem gerekiyor, diye düşündüğüm için yaptığım okumalardan bir tanesiydi. Daha önce İngilizcesini okuduğum bu eseri, ihtilal zamanında toplumsal olayları ve tepkileri dönemi bilen ve anlatan bu roman aracılığıyla bir nebze tahayyül etmek istedim. Fakat çok başarılı olduğunu söyleyemem, bu anlamda.

Romanın ilk yarısı Dr. Manatte ve kızı Lucie Manatte hakkındaydı. Doktor’un kurtarılması ve iyileşmesi, İngiltere’de idamla yargılanan bir adam için Doktor ve Lucie’nin şahitliği, etraftaki tüm tanıdıkların Lucie için yanıp tutuşuyor olmaları vs… Tabi, arada bir yazar okuyucuyu Fransa’ya azıcık da olsa götürmektedir. Kitabın ikinci yarısında Lucie’nin kocası Charles Darnay, Fransız soylusu olması sebebiyle yargılanır ve sonuç olarak idama mahkum edilir. Bu kısımda ihtilal döneminin toplumu tatmin edici şekilde betimlenir ve anlatılır. Toplumun idamlara ve katliamlara karşı duyarsızlaşması, eğlence izler gibi idamları coşkuyla izlemeleri, toplumun tamamen duygu yükselmesiyle belirlenen ruh halleri ve kararları gibi çok önemli konular kitabın bu kısmında ele alınmıştır.

Dönemin ihtilal sonrası toplumunda en ilginç şey; amiyane tabirle çok kolay “gaza geliyor” olmalarıdır. Mahkemeye çıkarılmak için tutuklanan Darney’i linç etmek, asmak isteyen halkın; mahkemenin Darnay’i suçsuz bulması üzerine sevinç çığlıkları ve mutluluk göz yaşları içinde omuzlarda taşıması ve bu gibi tutarsızlıkların halkta çok sık zuhur etmesi halkın anlık duygusal tepkiler verdiğinin en bariz göstergesidir. Ortak aklın ve mantığın koyduğu yasaların olmadığı bir toplumun nasıl bir canavara dönüşeceği çok etkili bir şekilde anlatılmıştır.

İki Şehrin Hikayesi’nde halk, soylular ve krallar tarafından insan yerine bile konulmamış, yıllarca sömürülmüş, zulmedilmiştir. İhtilal ile yönetimi ele geçirenler -ki yeni iktidar sahiplerini “halk” diye isimlendirmek pek mümkün görünmüyor- aynı gaddarlıkla soyluları ve kralı katletmiş, daha sonra iş çığırından çıkıp halkın da katline ve zulmedilmesine kadar varmıştır. Mcphee’nin Robespierre kitabında söylendiğine göre Fransız İhtilalini ateşleyenlenlerin aslında halk değil, soyluların ayrıcalıklarına erişemeyen burjuvazinin olduğunu yazmaktadır. Dolayısıyla ihtilalden önce zulüm gören halk, ihtilalden sonra da zulüm görmüş ve sefalet içinde yaşamaya devam etmiştir. 

Hikayenin çok ahım şahım bir tarafı yok; bir Fransız soylusu olan Darnay, Lucie’ye aşık olur ve evlenirler. İngiltere’de mutlu bir hayat sürmektedirler. Birisini kurtarmak için ihtilal zamanı Fransa’ya dönen Darnay, tutuklanır ve idama mahkum edilir. Tam idam edileceği sırada Lucie’nin platonik aşkı Sydney Carton, Darnay yerine idama gider. Kitabın kurgusal açıdan bana en aptal gelen tarafı ise Charles Darnay ve Sydney Carton’un ayırt edilemeyecek derecede birbirlerine benzemeleridir. Böyle açıklanamaz veya denk gelmesi zor şekilde olacak olayların romanda kurgu olarak kullanılması bana her zaman acemice gelmiştir. Hasıl-ı kelam; ihtilal açısından idare eder, edebi ve felsefi açıdan çok fazla bir şey görmedim. 

B)ALINTILAR:

1)”Aslına bakılırsa, o yıllarda idam, her türlü iş kolu ve meslekte son derece rağbet gören bir reçeteydi ve Tellson için de durum farklı değildi. Ölüm ki Doğa’daki her derde devaydı; neden aynı şey yasalar için de geçerli olmasındı.”(67)

2)”…, tıpkı birbiriyle mesafeli iki insanın ilişkisinde olduğu gibi, birbirini çok seven iki insanın ilişkisinde de içinde pek çok bilinmezlik barındırabilir; üstelik ikinci ilişki şeklinde bu bilinmezlikler hemen göze çarpmayan, kırılgan ve nüfuz etmesi zor türdendir.”(174)

3)”Fakat alışkanlığın kolaylığı ve gücü, maruz kaldığı her türlü utanç ve rezillikten ağır basıyordu; bu yüzden de bu hayatı sürdürmeye devam ediyor, nasıl ki gerçek bir çakal asla bir aslanın yerine ulaşamazsa o da aslanın çakalı konumunu terk etmeyi aklından bile geçirmiyordu.(273-274)

4)”Açlıktan kırılan insanlara ot yiyebileceklerini söyleyen Foulon vardı ya hani! Hani benim ona verecek kuru ekmeğim bile yokken, babama kuru ot yiyebileceğini söyleyen Foulon! Hani açlıktan memelerim kurumuşken, bebeğimin ot emebileceğini söyleyen Foulon! Tanrı aşkına, o Foulon işte! Gökler şahit neler çektik neler! Ölen bebeğim, açlıktan kuruyup toprak olan babam, size sesleniyorum, kulak verin; şu taşların üzerinde çöküp size söz veriyorum: Foluon’dan intikamınızı alacağım! Kocalar, kardeşler, delikanlılar, bize Foulon’un kanını verin, bize Foulon’un kellesini verin, bize Foulon’un kalbini verin, bize Foulon’un bedenini ve ruhunu verin, Foulon’u paramparça edip toprağa gömün ki üzerinde otlar bitsin!”(290)

5)”Değişiklik, Monsenyörlerin şahsında vücut bulan, yontulup rafine edilerek güzelleştirilmiş ve kutsanmış üst sınıfların ortadan kaybolmasından ziyade alt sınıfların yüzlerinin görünür hale gelmesiydi.”(296)

6)”Yüz altmış beş kilometrekarelik alanda ve başka yangınların ışığında, Mösyö Gabelle kadar şanslı olmayan devlet görevlileri, o geceyi ve sonraki geceleri takip eden sabahlarda güneş doğduğunda, doğup büyüdükleri ve bir zamanlar sakin olan sokaklarda asılmış halde bulundular; diğer köylerde ve kasabalarda, yol işçisi ve arkadaşları kadar şanslı olmayan bazı köylüler ve kasabalılarsa, devlet görevlileri ve devletin kolluk güçleri tarafından bozguna uğratılmış ve sokaklarda asılı bulunanlar bu kez onlar olmuşlardı.”(303)

7)”Dur durak yoktu, acıma yoktu, ateşkes yoktu, nedamet getirip durulmak yoktu, zaman mefhumu yoktu. Geceler ve gündüzler, tıpkı tarihin daha erken dönemlerinde olduğu gibi dairesel bir döngü içinde birbirini kovalıyor olsa da, yine eskisi gibi sabah ve akşam olsa da, ortada başka bir zaman algısı kalmamıştı. Tüm zaman algısı, tıpkı hummalı bir hastaya benzeyen bir milletin öfkeli hararetinde yitip gitmişti. Bir gün bir cellat, şehrin alışılmadık sessizliğini delerek kralın kellesini göstermişti insanlara; sonra aynı cellat, -insanlara aynı anda olmuş gibi gelse de- bir başka gün, yaslı bir dul olarak kahır içinde geçirdiği sekiz aylık bir mahkumiyet sonrasında, sarı saçları üzüntüden bembeyaz olmuş kraliçenin kellesini göstermişti.”(357)

8)”Tanınmış doktorun lehine yapılan tezahürat salonu çınlattı. İnsanların duyguları öylesine değişkendi ki, az önce sokağa sürükleyip öldürmeye can attıkları mahkûma yiyecekmiş gibi bakan vahşi gözlerden şimdi yaşlar süzülüyordu.”(372)

C)SORULAR:

1)Neden devrimciler sürekli “kaba saba, şiş yüzlü” gibi tasvir ediliyor?

2)19. yüzyılda geçen / yazılan Fransız romanlarının birkaçında aşık olunası bir kadın figürü çiziliyor. Ve bir sürü erkek bu kadına aşık oluyor. Bazen düello, bazen başka fedakarlıklar yapılıyor. Rus romanlarını epey okumuş olan Dilber’e de bu durumu sorduğumda Rus romanlarında da aynısının olduğunu söyledi. Ve nihayet bir İngiliz tarafından 19.yüzyılda kaleme alınmış olan ve Fransa’yı anlatan bu eserde de aynı durum geçerli. Nedir bu 19.yüzyılın aşk takıntısı?

İki Şehrin Hikayesi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Ajans Kozan ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!